İZMİR'İ SOLUMAK
Bu mevsimde İzmir’de olmak vardı.
İçine çekmek vardı denizin yosun
kokulu rüzgarını.
Bu mevsimi İzmir’deyken mi
farkettim, yoksa İzmir’i sevince, onun ruhuna aşina olunca mı mevsimi
farkettim...
Bilemem, ama bildiğim tek şey
İzmir’e ilkbaharda mor, kırmızı ve pembe begonvillerin açtığı zaman aşık
olmuştum.
Hem de Kordon’da...
Onu uzaktan sevdim.
Hani olur ya...
Bir bakışta aşık olursun, şiirler
yazıverirsin ardarda, onu gördüğün an aylar, yıllar birdenbire değerini
kaybediverir ya...
O andan itibaren şarkılarla yatıp
türkülerle kalkacak kadar büyülenirsin ya...
Ben de ilk gördüğüm akşam sevdim
onu.
Gün batımının en güzel görünen bir
tepesinden bakarken...
Vay be! dedim.
Bu manzarayı gören insanlar
ölmemeli dedim.
Ölmüyor olsa gerek dedim.
Ölünmez zaten, dedim.
Dedim de dedim.
Neler demedim ki...
Aklım durmuştu adeta, baştan ayak
göze gönüle dönüşmüştüm, seyrediyordum ve mutlu oluyordum.
Mutluluk budur işte! diyordum.
Hayatımda belki de ilk defa bu
kadar mutlu oluyordum.
Vay be! diyordum.
Belki de bu benim değil göze,
gönüle dönüşen özün sesiydi.
Vay be! dedirtiyor insanı gerçekten.
Demedi demeyin...
Kordon İzmir’in en uğrak yeri.
İzmirliler ve buraya gelenler
öve-öve bitiremezler, adeta.
İzmir’in kalbinin attığı yer
derler mesela.
“Denizle karanın buluştuğu yer”
tabiri biraz sıradan kalabilir, “körfezin inci kolyesi” biraz abartıya
kaçabilir ama bu tür yakıştırmaları da
çok kullanılır mesela...
Güneş batımını izlemek isteyen
Kordon’a akın eder, bu da kutsal ayin gibi bir gelenek İzmirliler için.
Benim de bu ayinlere katılmışlığım
var, hem de seve seve, hatta taparcasına...
***
Ama durun, bekleyin, öyle şak diye
gelinmez Kordon’a.
“İzmir’e hoş geldin, hadi
Kordon’a!” denmez burada.
Kordon’u yaşamak, onun havasını
doyasıya içe çekmek biraz emek ister, heyecan ister.
Önce şöyle bir gezmek, görmek
(görgü edinmek diye okuyun bunu) lazım civarı.
Ben sizi Bornova’ya götüreyim.
Ne de olsa birkaç yıl Bornova’da
yaşamışlığım (özlemişliğim diye okuyun bunu) var.
***
Akşam hep bir maraton başlardı
Bornova’da.
Mesai bitimiyle başlayan maratonun
parkür güzergahları marketler, dolmuş, otobüs ve metro istasyonlarıyla sınırlı
kalmazdı.
Bornovalılar genelde “akşam sâkin
bir yerde kahve içelim” diye sokağa çıkarlar ve en kalabalık yerlere doğru
giderler.
“Sâkin dediğin kimsesiz olmaz
mı?”, diye düşünebilirsin, ama bunu gel de bir İzmirliye anlat mesela...
Küçük Park diye bir sokak var
Bornova’da.
Ben Küçük Park diyorum ama siz
ister Minyatür Âraf deyin, ister Kerbela izdihamı.
Tamamı “sakin bir yer”, “yüz-yüze
oturup şöyle bir sohbet kurma” arzusuyla yığılan kişilerin oluşturduğu
kalabalık sokağın adıdır Küçük Park.
Deyim yerindeyse, burada iğne
atsan yere düşmez.
Biraz abartı ama sıradan bir
deyimle de anlatamazsın ki bu mekanı.
Bir tarafında İngliz mezarlığı, Musevi mezarlığı ve az ötesinde Ölüler Parkının bulunduğu tuhaf bir mekan.
Sessizlik ve gürültünün, sukünet
ve şamatanın, teslimiyet ve isyanın sergilendiği esrarengiz bir sahnedir bu
Küçük Park dedikleri.
“Nereye gidelim?” ya da “Nerede
buluşalım?” sorularının değişmez cevabı niteliğndeki mustesna mevki.
Nargile, yemek ve kahve
kokularının karışımından ortaya çıkan acımtırak bir kokuyu aldığın veya çeşitli
seslerin karışımından peydah senfoniyi duyduğun yerden başlar bu sokak.
Bornovalılar, bu mekanda ne
buldularsa, çok severler.
Eee haklılar da.
Paradoksları sevmek zaten
İzmirlilere özgü.
Mezarlığı, camisi, lokantası, gece
kulübü, eğlence mekanı, tiyatrosu, sineması, evi, kreşi, okulu hepsi iç içe ama
bir uyum, farklı bir intizam içinde.
Bu kalabalıklar içinde kendi
benliğini, bu şamata içinde öz sesini ve sukünetini arar durur Bornovalılar...
Ben bu parka yakın evlerde oturdum
Bornova’da kaldığım yıllar.
Ama ben orada huzur bulamazdım.
Çünkü aşıktım...
Sarıya, maviye, yeşile, mora,
kırmızıya, beyaza aşıktım...
O yüzden hep lacivert denizle
karanın buluştuğu “Merec el-Aşıkiyn”e - Kordon’a giderdim.
Alsancak’ın Hocazade Camii
durağında otobüsten iner ve dar sokaklarla denize doğru akar giderdim.
Yaklaşınca Kordon klasiği
yaşanır...
***
- Al abee sana gül vireyim e
tazecik tazecik.
- Baksana ne güzel çiftler var,
onlara sat gülünü.
- Eee ööle demeeye abee, anana al,
gacına al tazecik
- Anam uzakta, babam alır ona.
- Baban da almaz o da senin gibi
cimridir abee.
- Ayıp değilmi, nedir bu sitem?
- Eee muuustaak sana be boyundan
posundan utan Bredpit gibisin, yakışıklısın bee moruk...
- Aaa... Çingeneye bak...
- Babandır cıngane, şopar, anandır
o, biz rumanız, ruman!
Kızmak yok bu hudutta,
kızmıyorsunuz, kızamazsınız.
Halk diliyle çingene, kendilerince
“rumen”ler Kordon’un vazgeçilmezlerinden.
Denizdeki martılar gibidir sahilde
çiçek satan roman kızlar.
Bazen sahilde roman erkekler de sigara, çakmak isteme bahanesiyle yaklaşarak lafa tutabilirler.
Bazen sahilde roman erkekler de sigara, çakmak isteme bahanesiyle yaklaşarak lafa tutabilirler.
- Abee bi kadın var dünyalar
güzeli. Aşık oldum ben ona yaa. Kadın bildiğin Türkan Şoray. Görsen Sibel Can’ı
can demezsin.
- Eee?
- Eeesi mi var abee, insaf be
abee, yak bi cigara beyaaa, adam dedik derdimizi söyledik abee, aşık oldum diyorum beyaa.
- Ne güzel!
- Türkan Şoray diyorum, Sibel Can
diyorum sana, taşa demiyoruz ya, suya demiyoruz ya bak, bak şuna...
- Bu mu Türkan Şoray dediğin,
Sibel Can’ı görmemiş olsam...
- Sen ne anlarsın güzellikten be
abee... Ondan mıstar mıstar oturuyorsun denizden ne çıkar diye. Bak abee benden
söylemesi, rumenim ama dürüstüm. Bir biş (yirmi)saya (para) vir de sana bir sır
vireyim.
- Al beş lira.
- Adiyaa, bööle cimri olursan
mincarsız (kadınsız) ölürsün. Bak abe denize bakıp oturma oracıktan bir ..k
çıkmaz, ancak deniz anası çıkar, o da ağzına ...r.
- Aaa...
Yine de kızmak yok.
Kızamazsın onlara.
Dedim ya martılara bak, onlarsız
deniz ne garip olurdu, ne kadar sessiz ve renksiz...
***
Bir de fal bakıcı teyzeler var.
Kordon’un sakinleridir onlar.
Lokantanın denize bakan tarafından
yer seçtiyseniz ikide bir yüz yüze gelirsiniz.
Ama kızmak yok, sâkince, kibarca
bakarak istemediğinizi bildirmeniz yeterli.
Onlar rızkının peşinden gider,
yine yolunda devam eder, yanınızdan uzaklaşırlar.
Sakın unutmayasınız ki kovduğunuz ya da
istemediğiniz için değil, istemedikleri için, öpözgür oldukları için; korktuklarından veya çaresizliklerinden değil.
***
İzmirliler sahilde çiğdem
çitlemeyi severler.
Ben de çekirdek çitlemeye orada alıştım.
Ben de çekirdek çitlemeye orada alıştım.
İzmirliler çekirdeğe çiğdem
derler.
İzmir’in ismi gibi bir tabirdir
bu.
Ve ardından hemen eklenen açıklama da var: “çiğdem yenmez, çitlenir”.
Ve ardından hemen eklenen açıklama da var: “çiğdem yenmez, çitlenir”.
- İnsanlar Mars'a koloni kuruyorlarmış, duydun mu?
- Boş vee bizimoolan bunnarı, biz çekideğe çiğdem deriz, simide gevrek.
Doğrudur, simide gevrek derler.
Bu da soyadıdır adeta.
Gevrekle simid benzer ama
malzemeleri farklıdır biraz.
Ben boyozunu çok severim İzmir’in.
Yaprak yaprak hamuru gül gül
açılmaya hazır bekleyen gonca misalidir boyoz.
İzmir’in vazgeçilmezlerindendir.
Kimilerine göre İzmir böreğidir.
İstanbul veya diğer şehirlerde
yaşayan İzmirli yakınınız varsa “Ne getireyim?” demenize gerek yok.
Ona “Gece Boyozcusu”ndan dört tane
boyoz götürün gözündeki mutluluğu görürsünüz.
Ben yaşadım aynısını ve sonra
boyozu sevdim.
O zamana kadar boyoz benim için
kağıda benzer bir hamur yumağıydı.
Vikipedide “Boyoz 1492'de
Türkiye'ye yerleşen Sefaradlar tarafından Anadolu ve özellikle İzmir mutfağına
katılmış, İzmir damak tadı ile özdeşleşmiş, mayasız bir hamur işidir. Boyoz,
İspanyolca yazılışıyla bollos, “küçük somun” anlamına gelen bollo sözcüğünün
çoğuludur. İspanyolca iki L harfi Y sesiyle okunur. Birçok mutfakta çörek,
börek benzeri unlu mamüllerin Sefarad kültürüne özgü bir uygulamasıdır.” diye açıklanır.
Pazarda “çuçka” sözcüğünü
duyarsanız şaşırmayın “turşuluk biber”e derler.
“Şişarka” da kırmızı biberdir.
İzmir ağzı Ege bölgesi şivesinin
genel özelliklerini barındırıyor. Malum örnek özetler durumu: “Gaagı vaa
gaagıcık vaa, gaagıdan gaagıyı faak vaa, atçı gagısı dıınak gibi, isbeyli
gaagısı baamak gibi.” Böyle narindir İzmirce. “İşte napçaz, netçez derkene
aaşam oliverir gzz.”
***
Asıl manzara işte burada başlar...
Sahilin tamamına uzanan banklardan
bir yer seçin.
Fotoğraf makinenizi gün batımı
programına ayarlayın ve bekleyin, birazdan renklerin dansı, gerçek şölen
başlar.
Her şeyi unutun artık, gözünüz
deniz ve güneşte olsun.
Birazdan renklerin cümbüşü yaşanır
gökyüzünde.
Mavilere karşı isyankar Sarının
haddini bildirmek için Şarap Kırmızısı harekete geçer âdeta.
Gökyüzü dediğin Mavi olmalı der,
Sarı Ateşin oğludur, sahralara yakışır diye söylenir durur.
Morlar yok mu, cazgır, fitneci.
Hemen Grileri yanına alır ittifak
içinde usul usul yaklaşır Sarıya.
Onların derdi Sarıya haddini
hatırlatmak değildir, batırmaktır ancak.
Erguvan, Eflatun, Turuncular
sessiz sedasız seyirci...
Kraliyet Mavisi yaşlımı yaşlı, gün
batımıyla gün doğumunun farkına varamaz bazen.
O da meselenin mahiyetinden
bihaber ehli fettana eşlik eder.
Sarı gitgide küçücük ateşten topa
dönüşür.
Batmak istemez bir türlü.
Ayrılmak istemez Mavinin sonsuz
saltanatından.
İşin nereye varacağını kestiren
Şarap Kırmızısı kucağına alır zavallıyı.
Denizden beşik yapar oraya
yatırır.
Vapurlar düdük çalar, martılar
ninni söyler.
Güneş uykuya dalar denizde.
Güneşi denize batmaz İzmir'in.
Denizde uyur, dinlenir
ancak...
Bu mevsimde İzmir’de olmak vardı.
İçine çekmek vardı denizin yosun kokulu rüzgarını.
Hocam sizin İzmir aşkını Attila İlhan'ın İstanbul sevdasına benzettim. Çok güzel ve keyifliydi. Su gibiydi yazınız. Bansa sorarsanız İzmir de sizi unutmamış, bir gün gelmenizi bekliyor. Kısa zamanda buluşmamızı diliyorum. Ha bir de İzmir'e gelirseniz Marmaris'ten bir haber uçuracak kuşlar hadi Marmaris de sizi bekliyor diye...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, inşallah nasip olur...
SilKaleminize sağlık, İzmir film şeridi gibi aktı zihnimizden...
YanıtlaSilTeşekkür ederim, nereye gidersek gidelim, içimizdedir İzmir.
Silİzmir'i yeniden yaşadım gibi... İzmir'i yeniden soludum gibi... Yeniden... Gibi...
YanıtlaSilTeşekkür ederim :)
Sil