HURŞİD DEVRAN
Şair, yazar, tarihçi, çevirmen, gazeteci ve senarist olarak bilinen Hurşid Devran 20 Ocak 1952 yılında, Semerkand’da doğdu. 1977 yılında Taşkent Devlet Üniversitesinin Gazetecilik bölümünü bitirdi.
Hurşid Devran özellikle tarihî
konulardaki şiir, kıssa ve tiyatro eserleri ile günümüz Özbek edebiyatının
gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Şiir kitapları: “Kadrdan Kuyaş” (1979),
“Şeherdegi Elma Darahtı” (1979), “Tungi Bağlar” (1981), “Tomarisning Közleri”
(1984), “Balalikning Avazı” (1986), “Kaknus” (1987), “Dengiz Yaprakları”
(1988), “Kırk Aşık Defteri” (1989), “Bahardan Bir Kun Aldın” (1997) vd. Hikâye
kitapları: “Semerkand Hayalı” (1991), “Sahibkıran Nebiresi” (1995), “Şehidler
Şahı” (1998), “Bibi Hanım Kıssası” (2006) vd. Tiyatro eserleri: “Mirza Uluğ
Bey” (1994), “Amir Timur” (1996), “Babür Şah” (1999) vd. çevirileri: Namık
Kemal; Celalettin Harzem Şah (1997), “Deniz Yapraklari” (Japon edebiyatından
seçmeler, 1988), “Kırk Aşık Defteri” (Türk Edebiyatından seçmeler, 1989) vd.
Aldığı ödüller: Özbekistan Halk
Şairi Unvanı (1999). Uluslararası Kâşgarlı Mahmud (1989), Uluslararası Altın
Kalem Ödülü (2009), Azarbaycan Müşfik Ödülü (5.06.2013).
ESKİ
ŞEHİR
|
Bibi Hanım türbesi
harabelerinde
|
Son defa yansır ve
söner gün ışığı.
|
Uyanmaya başlar
Güneş nefesinden
|
Uyuyan, uyuklayan
kara kabir taşı
|
Dar, yılan izi
sokaklar kaybedince yolunu,
|
Yılan gibi
sürüklenir nurefşan tünde
|
Işıldamaya başlar
yasa boğulan
|
“Zici Köregan”ın
izi gökyüzünde
|
Uyukluyor duygun
kuşlar çalılıklar içinde,
|
Uykusunu bozar
hassas kuşların, rüzgar
|
Bir de inatçı
eşeğini dürten sessizce,
|
Evine dönmekte olan
pazarcı ihtiyar.
|
Göklerden çatıya
düşen parlak bir yıldız
|
otları, bitkileri
yakmaya başlayınca,
|
kambur koca misali
kocamış gündüz
|
Şah-ı Zinde tarafa
geçer gizlice
|
Eski şehir uyur,
uyukluyor asmalar,
|
Kerpiç düvarlara
sıkıca sarılmışçasına.
|
Uyur pazarlarda
kavun, armutlar,
|
Rüyasına ıtırlı
bağlar girmişçesine.
|
Gece sükûnetinde
dökülür yere
|
yıllar nefesinden
nemlenmiş toprak.
|
Çocuk gibi şaşkın
bakar şehire
|
Bir köşeye sığınmış
bahçe küçücük.
|
SEMERKAND’DA
SABAHI KARŞILARKEN
|
I
|
Tün gezinir... Kara
giymiş yolcu misali üzgün
|
tün gezinir.
Bakmaya imkan vermiyor tün.
|
Yorgun düşer gözüm
yaklaşınca tün duvarına
|
Karanlık ve sonsuz
gölge duvarıdır - tün.
|
Dikilirim,
farkındayım yakındır seher
|
ve karşımda aklar
içre uyanır şehir.
|
Ancak, benim sabaha
dek yaşamam gerek,
|
bazen yıldız, bazen
ay’a benzemem gerek.
|
II
|
Kara sahra toprağından
filizlenir tan,
|
Yükselir o nihal
gibi göğe, güneşe.
|
Hayretlerim
gizlemeden bakarım o an
|
bakarım hep gözde
surur, ana şehrime.
|
Nerde kaldı Bibi
Hanım?! Uluğ Bey nerde?!
|
Ah, kimilerinin
kemikleri parlıyor ince
|
Semerkand’ın seması
aydınlanınca,
|
Zerefşan misali
arazide kaybolur gece
|
Sabah vakti olunca,
yolunu şaşırmış rüyalar
|
gibi gökte ağır
ağır uçuşurlar argın kuşlar.
|
Ah, bu kuşlar geliyorlar sanki Güneşten -
|
geliyorlar,
uzaklarda kalmış Efrasiyap’tan.
|
El uzat yeter ki,
ellerine konacak onlar
|
ve avucunda kalır
toza dönüşmüş yıllar.
|
EFRASİYAP
SÖZÜ
|
Yazın gelirsen,
tozu yutarsın.
|
Toza dönüşmüş
insanın tozunu -
|
Yüreğini, ellerini,
gözlerini yutarsın
|
Güzün gelirsen,
yağmurlar yıkar seni.
|
Yağmura dönüşmüş
insanların derdi,
|
Göz yaşları,
arzuları, tasaları yıkar seni.
|
Kışın gelirsen,
soğuklar ezer seni.
|
Soğuğa dönüşmüş
insanların hiddeti,
|
Nefreti, intikamı,
namusu ezer seni.
|
Baharda gelirsen,
çimenlerim alkışlar.
|
Çimene dönüşmüş
ataların ömrü -
|
Sonsuzluk, cesaret
seni alkışlar.
|
Gel, yavrum, uzan,
göğsümde titreyen
|
çimenlik üstüne
uzan, çünkü sen benim
|
Yazım, Güzüm,
Kışım, İlkbaharımsın.
|
***
|
Ne kadar da berrak,
mavi gökyüzü,
|
Kuyu kadar derin,
derin gökyüzü
|
Şah-ı Zinde
üstünde, bir bak!
|
Mezartaşlar içre
şaşırmadan,
|
Gidiyorum ince
kaldırımlardan.
|
Ne kadar da berrak,
mavi gökyüzü.
|
Efrasiyap taraftan,
işte
|
Gelir saman yüklü
araba -
|
Ansızın parıldar
tırpanlar.
|
Ah, yüreğim
telaşlanma anca,
|
Saman üzerinde
uzanmış
|
Çocuk, sen değilsin
ya!
|
Keşki, dönsem o
arabada,
|
Efrasiyap
bozkırlarından
|
Dönsem argın o
arabada.
|
Ne kadar da berrak,
mavi gökyüzü,
|
Kuyu kadar derin,
derin gökyüzü,
|
Şah-ı Zinde üstünde
anne!
|
SEMERKAND
HAKKINDA TÜRKÜ
|
1.
GÜNDÜZ
|
Sokakları sabah
akşam dinmeden
|
Tekrar eder durur
sanki bir yankı.
|
Uzaktaki gemi gibi
durmadan
|
dalgalanır durur
Registan yalnız.
|
O gemiyle gelmiş
gibi, inerek
|
emekler, susayan
tan ağartısı.
|
Ona geçmişin
fikrini katarak
|
Taşhavuz tutuyor
avucuyla su.
|
Gökte mavi ırmak
yüzüyor sanki,
|
Sanki akar durur
masmavi keder.
|
Timur’un attığı
mızrak misali,
|
Göğe saplanmış
durur minareler.
|
Uzaklardan gelmiş
özlemin
|
mezarını ziyaret
ettiği gibi,
|
Bibi Hanım mescidi
üzre
|
işitilir Ulu Kuşlar
Çarşısı.
|
Yol gösterir gibi
nurlu kılavuz,
|
atalara götürür
yaşlı kırk zine.
|
Ve masalın son
noktası misali
|
donuk durur sert
Şah-ı Zinde.
|
Şah-ı Zinde
türbelerinde
|
uyumakta yüzlerce
şehir.
|
Artık, hiçbir zaman
orada
|
gece çökmez,
ağarmaz sabah.
|
2.
TÜN (Gece)
|
Yıldızlara bakıp
sermest
|
uğulduyor
bahçeleri.
|
Şehre doğru akıp
durur
|
Efrasiyap
çığırları.
|
Onlar şengil, onlar
sarhoş
|
içmiş gibi güz
meyinden.
|
Yere konar misali
kuş
|
hazanlar - al,
turuncu renk.
|
İhtiyar nineler
sessizce
|
mumlar yakar
mezarlıklarda.
|
Yaz kokusu yaygın
iyice
|
uyuklayan çarşılar
içre.
|
Acımtırak şarap
kokusu
|
avluda geziyor
rüzgarlar.
|
Bir şeyleri arıyor
sanki
|
küplerin başında
dolanıyorlar.
|
Herkes uyur, ancak
rüzgarlar
|
ağaçların saçını
tarar.
|
Asla uyumadan
korurlar,
|
Semerkand’ı o
minareler.
|
3.
SABAH
|
Rüya görmüşüm ben
bu sabahleyin,
|
Titreye titreye ve
korka korka.
|
Giriyormuşum ben
mavi şehire,
|
ben Nevbahar
kapısından yavaşça.
|
Ve yıldızlar tozu
kaplamış,
|
Çimenlerin yeşil
kağıdını,
|
okuyorken, toprak
altından
|
işitilmiş insanın
sesi:
|
-
Ben omuzda Efrasiyab’ı
|
alıp
geldim, gel, koşa koşa.
|
Düşte görüp her gün
Güneşi,
|
Saçım kar misali
ağardı.
|
... Uyandım ve
çıktım sokağa
|
Şelaleye benzerdi
gece.
|
Kız misali uyuyan
tüne
|
ben kalbimi verdim
o gece.
|
Gökyüzüne baktım
gözüm kamaştı,
|
Gök cam gibi saydam
ve berrak.
|
Yar evinin
kapısından sarkmıştı,
|
Şelaleye çok
benzeyen sarmaşık.
|
Ve güz Güneşi
sarmış bahçede,
|
Ana şehrim seni
düşündüm.
|
Yaşlı bahçeler
uyandığında,
|
Sabahlara sindi
düşünüm.
|
Efriyap Sözü şiiri çok dokunaklı, etkilendim.
YanıtlaSilAnne tarafından en eski dedem (Soyağacımızda adı geçen ve günümüzden 500 yıl önce Anadolu'ya gelen) atamız VELİYEDDİN KAÇİ HAN TAŞKENTÎ'dir. Bu nedenle iki kez etkilendim. Kalemine sağlık.
F.B.Kocamemi
Teşekkür ederim, çok memnun oldum. Taşkent'te görüşmek dileğiyle...
Sil👍
YanıtlaSil